
Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 599. maddesi uyarınca; Miras bırakanın ölümü ile mirasçılar mirası bir bütün olarak ve kanun gereği kazanır. Söz konusu hüküm külli halefiyet prensibini benimsemektedir. Buna göre ölüm ile miras bırakanın terekedeki hak ve borçları kendiliğinden ve ölüm anında bir bütün olarak mirasçılara geçecektir. Belirtmek gerekir ki, mirasçı sayısının birden fazla olduğu hallerde yasal ve atanmış mirasçılar arasında miras ortaklığı oluşacaktır (TMK m. 599, 640/1). Elbirliği ile mülkiyetin bir türü olan miras ortaklığında tüm mirasçılar, miras paylaşılana kadar tereke malları üzerinde elbirliği ile hak sahibi olurlar. Dolayısıyla tüm tasarruf işlemlerini de oybirliği ile gerçekleştirmeleri gerekir (TMK m. 640/2). Ayrıca tüm mirasçılar tereke borçlarından da kişisel malvarlıklarının tamamı bakımından müteselsilen sorumlu olurlar (TMK m. 599, m. 641). Müteselsil sorumluluk, miras bırakanın alacaklılarının mirasçılardan birine veya hepsine birden başvurarak haklarını talep etme imkânı sağlamaktadır.
Borçların paylaşımına ilişkin mirasçılar arasında herhangi bir anlaşma yapılmamış ise miras paylaşıldıktan sonra da tüm mirasçıların borçlardan müteselsil sorumluluğu devam eder. Türk Medeni Kanunu’nun 681. maddesi uyarınca; miras bırakanın ölümünden sonra mirasçılar tereke borçlarının paylaşılmasına ilişkin anlaşma yapabilirler. Belirtmek gerekir ki, mirasçıların mirası paylaşırken tereke borçlarının da bölünmesini veya mirasçılardan biri ya da birkaçı tarafından üstlenilmesini kararlaştırdıkları anlaşma miras paylaşımına ilişkin bir sözleşme niteliğinde olacağından TMK m 676/3 gereği yazılı şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Tereke borcunun ifasına ilişkin söz konusu anlaşma, mirasçıların kendi aralarındaki iç ilişkide hüküm ve sonuç doğurur. Dolayısıyla alacaklılara karşı dış ilişkide ileri sürülemez. Daha açık bir ifade ile, alacaklılar borçların paylaşılmasına veya nakline açıkça ya da örtülü olarak rıza göstermedikçe, tüm mirasçılar paylaşmadan sonra da tereke borçlarının tamamından müteselsil şekilde ve tüm malvarlıklarıyla sorumlu olmaya devam eder. (TMK m. 681/1). Alacaklı, borcun mirasçılar arasında bölünmesine veya bazı mirasçılar tarafından üstlenilmesine açık veya örtülü olarak rıza göstermedikçe, müteselsil sorumluluk miras paylaşımının ardından beş yıl boyunca devam eder (TMK m. 681). Ancak alacaklıların tereke borçlarının paylaşılmasına veya devrine rıza göstermesi halinde, paylaşmadan sonra diğer mirasçılardan bu borçların ifasını talep etmeleri mümkün değildir.
Miras paylaşımına ve miras bırakanın borçlarından sorumluluğa ilişkin bu genel bilgiler ışığında, miras bırakanın terekesinde rehinli bir malın bulunması halinde mirasçıların durumuna ilişkin ayrı bir değerlendirme yapmak zaruridir. Miras bırakanın ölümüyle birlikte rehinli mal, üzerindeki tüm kısıtlamalarla birlikte mirasçılarına geçer. Mirasın anlaşma veya dava yoluyla paylaşılmasından sonra bu malın mirasçılardan birine veya birkaçına özgülenmesi halinde rehinle teminat altına alınan borcun akıbeti TMK m. 655’te düzenlenmektedir. Hükme göre; paylaşmada kendisine miras bırakanın borçları için rehnedilmiş bir tereke malı düşen mirasçı, o malın güvence altına aldığı borcu üstlenmiş olur. Ancak söz konusu TMK m. 655 hükmü yedek hukuk kuralı niteliğinde olduğundan aksinin kararlaştırılması mümkündür. Mirasçıların TMK m. 655 hükmünün aksine bir anlaşma yapmamaları halinde bu hükmün uygulanabilesi için birtakım şartların varlığı gereklidir. Bu şartlardan ilki, miras bırakanın kendi malı üzerinde bir rehin tesis etmiş olmasıdır. İkinci şart ise, miras bırakanın rehni kendi borcu için tesis etmesidir. Üçüncü şart ise, miras bırakanın borcu için rehnedilen malın mirasçılara bırakılmasıdır. Ancak bu şartların birlikte varlığı halinde TMK m. 655 hükmü uygulama alanı bulabilecektir.
Öğretideki bir görüşe göre, TMK m. 655 uyarınca borcun üstlenilmesi alacaklı ve mirasçıların iradesinden bağımsızdır ve alacaklının rızası olmasa da rehinli malın mirasçıya bırakılmasıyla borç da üstlenilmiş olur. Dolayısıyla mirasın paylaşılmasından sonra diğer mirasçıların bu borçtan sorumlulukları kalmayacak ve alacaklı sadece rehinli malın özgülendiği mirasçıdan borcun ifası talebinde bulunabilecektir. Öğretideki diğer görüş ise, söz konusu hükmün mirasçıların kendi iç ilişkilerini düzenleyen bir karineden ibaret olduğunu ve bu hükmün uygulanmasıyla rehinli tereke malının özgülendiği mirasçının sadece iç ilişkide bu borcu üstlenmiş olacağını ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, borcun üstlenildiğinin alacaklıya karşı ileri sürülebilmesi için alacaklının buna rıza göstermesi gerekmektedir. Alacaklı borcun devrine rıza göstermemişse tüm mirasçılardan borcun ifasını talep edebilir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Esas No: 2024/9133, Karar No: 2025/6782;
“Dava devam ederken taraflardan birisinin ölmesi halinde, TMK’nin 28/1. maddesi uyarınca ölen kişinin taraf ehliyeti son bulur. Ayrıca vekâlet ilişkisi de ölüm ile son bulur. Yalnız öleni ilgilendiren, yani mirasçılarına geçmeyen davalar, tarafın ölümü ile konusuz kalır. Bu davalara ölen tarafın mirasçılarına karşı veya mirasçıları tarafından devam edilmesine imkân yoktur. Ancak mirasçıları da ilgilendiren, mirasçıların malvarlığı haklarını etkileyen davalar tarafın ölümü ile konusuz … Murisin ölmeden önce doğmuş alacakları nasıl terekenin aktifinde yer alıyorsa, murisin ölmeden önceki sorumluluğundan doğan borçları da terekenin pasifinde yer alır. İş bu davada evlilik birliği boşanma ile sona ermiş olup talep edilmiş tazminat ve nafaka borçları terekeye geçebilecek haldedir. O halde, davacı kadın vekilinin kusur belirlemesi ve fer’îlere yönelik istinaf taleplerinin esastan incelenerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde bu yönlere ilişkin istinaf talebi konusunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”[2]
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Esas No: 2009/625, Karar No: 2009/6776;
“Dava konusu eşyaların mirasbırakana ait olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık yoktur. Bu eşyalar, mirasbırakan tarafından sağlığında davalıya verilmemiş, ölümünden sonra, davalı bu eşyaları ortak konuttan alıp götürmüştür. Gerçekleşen bu durum karşısında, eşyalar yönünden Türk Medeni Kanunu’nun 669. maddesi koşulları bulunmamaktadır. Davalı da davacıyla birlikte yasal mirasçı olduğuna ve davalının bu menkul malları elinde bulundurması yasal mirasçılık sıfatına dayandığına göre, eşyalara ilişkin istek, Türk Medeni Kanunu’nun 637. maddesine de dayanmamaktadır. Mirasçılar, rnirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kanun gereği kazanırlar (TMK m. 599/1). Birden çok mirasçı bulunması halinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hakları ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir. Mirasçılar, terekeye elbirliğiyle sahip olurlar (TMK m. 640). Davacının, dava konusu menkul eşyalara ilişkin bir paylaşma isteği de bulunmamaktadır. Öyleyse, menkul eşyalara ilişkin talebin de reddi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.”[3]
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, Esas No: 2014/27588, Karar No: 2016/5782;
“Mal rejiminin tasfiyesi sonucunda belirlenecek katılma alacağı, terekeye ait borç olup, mirasçıların miras paylaşımından önce ödenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Terekeye ait borç ödendikten sonra kalan miktar, mirasçılar arasında miras payları oranında paylaşılır. Tereke borçlarından bu sıfatını kaybetmemiş tüm mirasçılar, kişisel olarak (4721 s.lı TMK 599/2 m) ve müteselsilen (TMK 641 m) sorumludurlar. Her ne kadar, davacı temyize konu davayı terekenin alacaklısı sıfatıyla açmış ise de; davacı da dahil davanın tarafları, ortak mirasbırakan Mustafa’nın mirasçısıdırlar ve tereke borçlarından yukarıda açıklanan kanuni düzenlemeler çerçevesinde hepsi de sorumludurlar. Başka bir anlatımla, mirasçılık sıfatına sahip olduğundan (TMK’nun 499), alacaklı ve borçlu sıfatı davacı sağ eş de birleşmiştir. Taraflarca, mirasçılardan herhangi birinin mirasçılık sıfatını yitirdiği (4721 s.lı TMK 511 vd, 578 vd, 605 vd m.leri) iddia edilip kanıtlanmamıştır.
Tüm bu açıklamalar nedeniyle, davacı mirasçı sağ eşin mal rejiminin tasfiyesi nedeniyle talep ettiği ve terekeye ait borç sayılan alacak miktarından, davanın mirasçılar arasında görülmesi nedeniyle, davacıda dahil bütün mirasçılar miras payları oranında sorumludurlar. Buna göre, hüküm altına alınan tereke borcundan davacının da miras payı oranında sorumlu olduğunun ilamın infazı aşamasında gözetilmesine karar verilmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamışsa da bu eksiklik yeniden yargılamayı gerektirmediğinden Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HMK’nun 304. maddesi (1086 sayılı HUMK’nun 438/7. fıkrası) gereğince düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.”[4]
[1] Söz konusu çalışmada şu bilgileri haiz akademik makaleden yararlanılmıştır: Turgut, C., & Kartal, D. B. (2024). Tereke Borçlarından Sorumluluk Kapsamında Rehinli Tereke Malının Mirasçıya Bırakılması. İstanbul Hukuk Mecmuası, 82(2), 425-438. https://doi.org/10.26650/mecmua.2024.82.2.0003
[2] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Esas No: 2024/9133, Karar No: 2025/6782.
[3] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, Esas No: 2009/625, Karar No: 2009/6776.
[4] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, Esas No: 2014/27588, Karar No: 2016/5782.