Tıp doktorları mesleklerini icra ederken tanı yükümlülüğü, uygun tedavi yöntemini seçerek uygulama yükümlülüğü, hasta ile yakınlarını aydınlatma yükümlülüğü ve özen yükümlülüğü gibi birtakım yükümlülükler altındadır. Söz konusu yükümlülükler tıp doktorlarının icra ettikleri faaliyetin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bahsi geçen yükümlülüklerden herhangi birinin ihlali halinde meydana gelen zararların tazmininin sağlanması bakımından doktorların mesleklerini ifa ederken hasta ile kurdukları hukuksal ilişkinin niteliğini belirlemek önem arz etmektedir.
Hastanın, doktora veya özel sağlık kuruluşuna başvurması sonucu tedavinin başlamasıyla aralarında sözleşmesel ilişki kurulur. Bu sözleşme sui generis bir sözleşme olup uygulamada tedavi sözleşmesi olarak isimlendirilmektedir. Tedavi sözleşmesinin hukuki niteliği tartışmalıdır. Ancak Türk Hukukundaki ağırlıklı görüş, tedavi sözleşmelerine vekalet sözleşmelerine ilişkin hükümlerin uygulanmasını savunmaktadır. Yargıtay, önceki kararlarında hekimin sorumluluğuna haksız fiil hükümlerinin uygulanacağı görüşünde iken daha sonraları içtihat değişikliğine giderek hasta-hekim ilişkisine vekâlet sözleşmesi hükümlerinin uygulanacağına hükmetmiştir. Yargıtay’ın 2002 yılında vermiş olduğu bir kararına göre; “… Özel hastane ve onun çalıştırdığı doktor ile hasta arasındaki ilişki vekâlet sözleşmesidir. Türk Borçlar Kanunu madde 386/2 hükmü uyarınca, diğer iş görme sözleşmeleri hakkındaki yasal düzenlemelere tabi olmayan işlerde, vekâlet hükümleri geçerlidir. Somut olayda olduğu gibi, özel hastane (ve onun tarafından istihdam edilen doktorlar) ile hasta arasındaki uyuşmazlıkların vekâlet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere göre çözülmesi gerektiği konusunda, öğreti ve Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması arasında paralellik bulunmaktadır.[1]
Özel hastane/doktor ve hasta arasında kurulan ve vekalet sözleşmesi hükümlerine tabi olan söz konusu sözleşmeye aykırılık halinde tazminat sorumluluğu gündeme gelecektir. Sözleşmeye aykırılık hali tanı ve tedavide hata veya özen yükümlülüğüne aykırılık gibi nedenlerden kaynaklanabilir. Bu durumda hukuka aykırı davranarak zarara sebebiyet veren özel hastanenin veya doktorun bu davranışı ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hukuka aykırı davranarak zarara sebebiyet veren özel hastanenin/doktorun sorumluluğu ise ağırlaştırılmış kusur sorumluluğudur.
Yargıtay’ın yerleşik içtihadı uyarınca, hekimin kusurunun belirlenmesinde nesnel ölçütler dikkate alınacaktır. Ayrıca hekimin kusur derecesine bakılmayıp en hafif kusurdan dahi tam kusurlu olarak sorumlu tutulacaktır. Hekim tedavi yükümlülüğünü yerine getirirken yardımcı kişi (hemşire, laborant gibi) kullanabilir. Ancak bu kişilerin kusurlu eylemlerinden ötürü Türk Borçlar Kanunu madde 116 uyarınca sorumlu olur. Hekimin buradaki sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Yargıtay; hekimin “yardımcı kişilerden sorumlu” olması halinde davada kusurun derecesi ve kusur oranlarının dağılımı gibi hususların inceleme konusu yapılmayacağı ve tam kusura göre tazminata hükmedilmesi gerektiği görüşündedir.[2]
Bu düzenlemeden hareketle ve en basit hâliyle vekâlet, vekile başkasının menfaatine ve iradesine uygun şekilde bir iş görme borcu yükleyen sözleşme olarak tanımlanabilir (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, 2010).
Vekâlet sözleşmesi, diğer iş görme sözleşmelerinde olduğu gibi ve hatta onlardan daha da geniş ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan ve müvekkilin menfaatine ve iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar.
Sadakat borcu kavramı vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tabi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur.
Vekil bu yükümlülüklerini gereği gibi, başka bir anlatımla müvekkilin menfaatine en uygun sonuca erişmek için özenle faaliyette bulunarak ifa ettiği takdirde, eser sözleşmelerinden farklı olarak, sonucun buna rağmen elde edilememesinden sorumlu olmayacaktır.
Borçlar Kanunu vekilin bu yöndeki sorumluluğunu genel olarak hizmet sözleşmelerinde işçinin sorumluluğuna ait hükümlere (m.321/I-II) tabi tutmuştur. Bu nedenledir ki vekâlet sözleşmelerinde vekil en hafif kusurundan dahi sorumludur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.03.2013 tarihli, 2012/13-1049 Esas No’lu, 2013/383 Karar No’lu; 13.06.2019 tarihli, 2017/13-561 Esas No’lu, 2019/655 Karar No’lu kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.
Bu hükümler çerçevesinde bilimsel kaidelere uygun olarak edimini ifa ile yükümlü olan hekimin sözleşmenin ihlâli hâlinde zarardan sorumluluğu doğabilecektir. Hekimin hukukî sorumluluğu kusurlu eylem, zarar ve zarar ile kusurlu eylem arasında illiyet bağının varlığına bağlıdır.
Sorumluluğun şartı olan kusurdan bahsedebilmek için öncelikle bir eylemin bulunması gerekir. Hekimin eylemleri tıbbi yardım, tanı ve tedavide söz konusu olabileceği gibi genel bir davranışla da gerçekleşebilir.
Bir diğer şart olan zarar, genel itibariyle, sözleşmenin ihlâli nedeniyle alacaklının hukuken korunan değerlerinde iradesi dışında meydana gelen azalma olarak tanımlanabilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, … 1999) ve maddi yahut manevi zarar olarak tezahür edebilir. Tıbbi sorumlulukta maddi zarar; yükümlülüğüne uygun bir müdahale gerçekleşseydi hastanın kavuşacağı sağlık durumu ile yapılan hatalı tedavinin gerçek sonuçları arasındaki parayla ölçülebilen fark iken; manevi zarar, hatalı bir tedavinin sonucu olarak hastanın duyduğu bedensel ve manevi acıyı, hayat zevklerinde meydana gelen azalmayı ifade eder.
En öz ifadeyle iki olay arasında sebep-sonuç ilişkisi olarak tanımlanabilecek illiyet bağı da sorumluluğun kurucu unsurlarındandır. Sözleşmeden doğan sorumluluğun gerçekleşmesi için ihlâl fiiliyle zarar arasında yalnız tabii illiyet bağının bulunması yetmez; uygun illiyet bağının mevcut olması gerekir. Uygun illiyet bağı kuramı, her sebebi değil, sebepler arasında değer verilebilir olanların seçimini esas alır. Buna göre, olayda gerçekleşen türden bir sonucu mahiyeti ve ana eğilimi itibariyle meydana getirmeye genel olarak elverişli olan veya bu türden bir sonucun gerçekleşmesi ihtimalini objektif olarak artırmış bulunan zorunlu şartla söz konusu sonuç arasındaki bağ uygun illiyet bağı olarak tanımlanabilir.
Hekimin kusurunun, eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının mevcut olup olmadığının tespitinde zararın/tehlikenin öngörülebilir ve önlenebilir olması gerekliliği gözden kaçırılmamalıdır. Hekim, iyi bir sonuç elde etme olasılığı çok az olan durumlarda dahi yardımdan kaçınamaz. Tıbbi yardım ve müdahaleler tıp sanatının kurallarına uygunsa, hastanın fayda ve zararı onun rızası alınarak değerlendirilmişse, buna rağmen öngörülemeyen sonuç önlenememişse hekimin kusurunun varlığından bahsedilemeyecektir.
Hekimlik faaliyetinin kusurlu ifası meslek hatası (malpraktis) olarak ifade edilmektedir. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 13. maddesine göre malpraktis bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesidir. Malpraktis, komplikasyon kavramından farklıdır. Komplikasyon hekimin tıbbi müdahaleyi gerçekleştirirken her şeyi doğru yapmasına rağmen yine de istenmeyen bir sonucun meydana gelmesidir ve komplikasyonun iyi ve doğru yönetilmiş olması kaydıyla, istenmeyen sonucun ortaya çıkmasında tıp ilminin genel kurallarının kusurlu ihlâli söz konusu olmadığından hekimin sorumluluğu doğmayacaktır.
Hekimlerin kusurunun tespiti, konunun uzmanlık gerektiren, teknik bir alana ilişkin olması nedeniyle çoğunlukla bilirkişi incelemesi aracılığıyla yerine getirilir. Bilirkişi hekimlik görevinin gerek ve ilkelerine aykırı davranışın bulunup bulunmadığını değerlendirir, mahkeme de bu tespitten istifade ederek sorumluluğun diğer koşullarını da irdelemek suretiyle neticeye varır.
Son olarak belirtmek gerekir ki hekimin veya yardımcı kişilerin davranışının Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçlardan birinin kapsamına girmesi halinde, cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca, kasten veya taksirle işledikleri suçlar bakımından cezai sorumlulukları da gündeme gelecektir.
KAYNAKÇA
Cengiz, İ., & Küçükay, A. (2019). TIBBİ MALPRAKTİS, TIBBİ MALPRAKTİSİN PSİKOLOJİK BOYUTLARI VE ÖZEL HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİMİN TIBBİ MALPRAKTİSTEN DOĞAN HUKUKİ SORUMLULUĞU. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, (37), 107-132
Hekimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/680 Esas No’lu, 2021/449 Karar No’lu Kararı
Türk Borçlar Kanunu ve İlgili Mevzuat
[1] Cengiz, İ., & Küçükay, A. (2019). TIBBİ MALPRAKTİS, TIBBİ MALPRAKTİSİN PSİKOLOJİK BOYUTLARI VE ÖZEL HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİMİN TIBBİ MALPRAKTİSTEN DOĞAN HUKUKİ SORUMLULUĞU. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, (37), 107-132, Karar İçin: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Tarih: 11.12.2002, Esas No: 2002/13-1011, Karar No: 2002/1047
[2] Cengiz, İ., & Küçükay, A. (2019). TIBBİ MALPRAKTİS, TIBBİ MALPRAKTİSİN PSİKOLOJİK BOYUTLARI VE ÖZEL HASTANEDE ÇALIŞAN HEKİMİN TIBBİ MALPRAKTİSTEN DOĞAN HUKUKİ SORUMLULUĞU. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, (37), 107-132