
Muvazaa, tarafların akdettikleri sözleşmenin hiç hüküm doğurmaması ya da görünürdeki sözleşme dışında başka bir sözleşmenin hüküm doğurması hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanmaktadır. Hukuken, muvazaalı sözleşmenin hiç hüküm doğurmaması halinde mutlak muvazaa söz konusu iken, görünürdeki sözleşmenin arkasına başka bir sözleşmenin gizlenmesi durumunda ise nispi muvazaa gündeme gelmektedir. Bu çerçevede, muris muvazaası, görünürdeki sözleşmenin arkasında gizlenen gizli bir sözleşme olması nedeniyle Türk Borçlar Kanunu’nun 19. Maddesinde düzenlenen nispi muvazaanın özel bir türü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Muris muvazaası, miras bırakanın mirasçılardan birine veya üçüncü bir kişiye terekeden mal kaçırmak amacı ile aslında bağışlamak istediği taşınmazını, görünürde bir satış sözleşmesi ile temlik etmesi halinde ortaya çıkmaktadır. Esasında, muris muvazaasında, miras bırakanın mirasçılarını aldatma ve mirasçılarından mal kaçırma amacı bulunmaktadır. Daha açık bir ifade ile, miras bırakanın asıl amacı, mirasçılarından birine veya üçüncü kişiye taşınmazını bağışlamak olmasına rağmen ilerde mirasçılarının tenkis davası açarak taşınmaz üzerindeki miras paylarını almalarını önlemek amacıyla satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapma görüntüsü arkasına gizlenerek gerçekte bir bağışlama yapmaktadır. Miras bırakanın mirasçılarından biri veya üçüncü bir kişiyle yapmış olduğu görünürdeki işlem olan satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi, tarafların gerçek iradelerine uygun olmaması sebebiyle muvazaalı olduğu için geçersizdir. Taraflar arasındaki gizli sözleşme olan bağışlama sözleşmesi ise şekil şartlarına uygun olmadığından geçersizdir.[1]
Konuya İlişkin 01.04.1974 Tarihli ve 1/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı Şöyledir;
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte (bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini Satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olsun miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanununun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme (Büyük Genel Kurulunun 1/4/1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.”[2]
Karardan da anlaşıldığı üzere, muris muvazaasının söz konusu olabilmesi için öncelikle miras bırakanın tapuya kayıtlı bir taşınmazının bulunması gerekir. İkinci olarak, miras bırakanın tasarrufta bulunurken mirasçılarından veya terekeden mal kaçırma amacı ile hareket etmesi gerekmektedir. Üçüncü olarak, miras bırakanın, tapuya kayıtlı taşınmaz malının satışına yönelik iradesini tapu sicil memuru huzurunda beyan ederek görünüşte bir satım sözleşmesi ile taşınmazı devretmesi gerekmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, muris muvazaası halinde dava açma hakkı, saklı payı olan ve olmayan bütün mirasçılara tanınmıştır. Diğer yandan, muris muvazaasının konusu yalnızca taşınmazın devri olduğundan, söz konusu işleme karşı açılacak dava, tapu sicilinin düzeltilmesi davası niteliğindedir ve zamanaşımına tabi değildir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 18.09.2017 Tarihli, Esas No. 2017/2861 ve Karar No. 2017/4477 Sayılı Kararı;
“Şu durumda, taşınmazların şekil şartına bağlı olmaksızın elden bağışlanabilme olanağı bulunmadığı halde; taşınır mallar ve alacakların zilyetliğinin devri konusunda bir geçerlik şekli öngörülmediğinden, hukuken taşınır eşya niteliğinde sayılan değerlerin bağışlanması ya da bağış amacıyla bedelsiz olarak devredilmesi işlemi hukuken geçerlidir. O halde; taşınır mal, alacak ve haklarda muvazaa iddiasının dinlenmesi olanaklı değildir.”[3]
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 12.02.2020 Tarihli, Esas No. 2017/1863 ve Karar No. 2020 / 811 Sayılı Kararı;
“Ancak, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar, taşınır mal niteliğindedir ve zilyetlikten ibaret olan hakkın devri suretiyle yapılan elden bağışlama sözleşmeleri hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Bu nedenle de gizlenerek yapılan bağışlama niteliğindeki tasarruf geçerlidir. Mirasbırakan tarafından tapusuz taşınmazların zilyetliğinin devri suretiyle gerçekleştirilen geçerli işlemlere karşı 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur.”[4]
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 08.02.2016 Tarihli, Esas No. 2014/ 14293 ve Karar No. 2016 / 1290 Sayılı Kararı;
“Hemen belirtilmelidir ki, kişisel hakkın temliki niteliği taşıyan kooperatif ve şirket hisselerinin devri işleminde 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı tartışmasızdır. Bu temliklerin koşullarının varlığı halinde tenkis hükümlerine tabi olacağı açıktır.”[5]
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 12.12.2018 Tarihli, Esas No. 2016/ 1993 ve Karar No. 2018 /15445 Sayılı Kararı;
““Somut olayda; miras bırakan Şemi’nin ölümünden kısa bir süre önce, gerçek değerinden çok düşük bir bedelle dava konusu taşınmazı satış göstermek suretiyle oğlu olan davalı …’e temlik ettiği, buna karşın terekesinde para çıkmadığı gibi özellikle, ölen eşinden kızlarına kalan yerlerin yeterli olduğu ve bu nedenle onlara mal bırakmak istemediği, satış için makul bir nedeninin de olmadığı gözetildiğinde davalı …’e yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, son kayıt maliki davalı şirketin 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 1023. maddesi uyarınca ediniminde iyi niyetli olduğu taktirde yasal koruma altında olacağı kuşkusuzdur. Ancak, mahkemece bu yönde yapılan araştırmanın hüküm kurmaya yeterli olduğunu söylenebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.”[6]
[1] Can Bayhan, D. (2022). YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA MURİS MUVAZAASI OLARAK DEĞERLENDİRİLMEYEN İŞLEMLER. Dicle Akademi Dergisi, 2(2), s. 182.
[2] 01.04.1974 Tarihli ve 1/2 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı.
[3] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 18.09.2017 Tarihli, Esas No. 2017/2861, ve Karar No. 2017/4477 Sayılı Kararı.
[4] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 12.02.2020 Tarihli, Esas No. 2017/1863 ve Karar No. 2020 / 811 Sayılı Kararı.
[5] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 08.02.2016 Tarihli, Esas No. 2014/ 14293 ve Karar No. 2016 / 1290 Sayılı Kararı.
[6] Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 12.12.2018 Tarihli, Esas No. 2016/ 1993 ve Karar No. 2018 /15445 Sayılı Kararı.